Etiket: Yaşar Kemal

183 – Yaşar Kemal – İnce Memed 2

26 Martta başladım okumaya 16 Nisan’da bitirdim. Bulabilirsem 3 üncüsüyle devam etmek istiyorum. Memed bu kitapta çok önemli bir konuya parmak basıyor önceki kitabın sonunda Abdi ağanın hesabını gören İnce Memed Abdi ağanın yerine ondan daha zalim kardeşi Kel Hamza’nın geçtiğini görünce çözüme dair tüm umutlarını yitirmiş ve “Abdi gitti Hamza geldi” düşüncesi kafasına bir tekerleme gibi kazınmıştı. Köylünün derdine derman olmak bi tarafa zulmün giderek arttığını ve belki de köylüye daha büyük zulmü daha zalim bir ağanın gelmesine neden olmakla kendisinin yaptığı düşüncesine kapılmaya başlar. Bu arada aşkla yeniden yolu kesişecek ama Memedin bu tutuk tavrı ve Abdi’den daha zalim Hamza ağayı öldürmekte çekingen davranması sevgisini de soluksuz yaşamasına engel olur. Ya İnce Memed dünyanın düzeni böyle. “Düzen değişse de düzülen hiç bir zaman değişmez” herkese iyi geceler.

181 – Yaşar Kemal – İnce Memed 1

6 Şubat akşamında başladım okumaya ve 27 Şubat akşamında bitirdim bu 4 ciltlik bir eserin henüz birinci cilt olmasına rağmen gayetle bütün bir kitap gibi okunabilecek ve bittiği zaman da aha işte böyle bir efsane de tam da böyle bitmeli dedirten bir kitap yani aslen tek kitap olarak da yeterince tatminkar. Diğer kitaplar ne verecek bana emin değilim pek. Fakat eğer sıkılmaz ve devam edebilirsem ard arda okumayı düşünüyorum seriyi. O yüzden bu bölümle ilgili çok yorum yazmayacağım. Bu ilk kitapta İnce Memedin ilk zamanlarını ve hangi saiklerle neye karşı ve ne amaçla dağa çıktığını öğrenmiş olduk tabii ikinci kitap için de neden hala dağda olduğunun düğümü kitabın sonunda çözülmüş oldu. Tüm izleyenlerime şiddetle ve dehşetle okumalarını tavsiye ederim. Daha ilk kitaptan evet…

175 – Yaşar Kemal – Kanın Sesi – Kimsecik 3

3 Eylül’de başladım okumaya 3 Kasım’da bitirdim. Serinin son kitabı beklenen sonla bitiyor tabii şimdi buraya yazıp da spoiler olmasını ve sizin okuma hevesinizi bozmak istemem. Fakat ilk kitapta, (Yağmurcuk Kuşu) Selman’ın İsmail ağa ve ailesi tarafından bulunması evlat edinilmesi Selman’ın kendini İsmail Ağa’nın öz oğlu Mustafa ile kıyaslaması, kıskançlıkları, ergenlik çelişkileri ve sonunda da kendini yenemeyip İsmail Ağa’yı öldürmesi ile sonuçlanan süreç, ikinci kitapta (Kale Kapısı) Mustafa’nın Selman’dan kaçma çabası, Selman’ın Mustafa ile ve ailesi ile mücadelesi olarak gelişmişti. Üçüncü kitapta (Kanın Sesi) Selman’ın varlığı artık bir efsaneye dönüşmüştür. İnsanlar “Selman öldü mü yoksa hala yaşıyor mu?” bunu bile net olarak bilememektedir. Mustafa ve ailesi Selman’ı Mustafa’yı öldürmeden önce yolladıkları katillere para yedirmekten sıfırı tüketmek üzeredirler. Son bir çaba ile ellerinde kalan son para ile Selman’dan umudu kesip, hayata tutunma ve yok olmama çabasına girerler. Bu arada Mustafa’da İsmail Ağa’ya aşık olan Emine ile küçük bir macera yaşayarak ergenliğe girer, bu da Mustafa’nın korkusundan uzaklaşmasına ve biraz daha hayata, gündeliğe dönmesine yardımcı olmuştur. Okuyun okuyun, güzel kitap.

167 – Yaşar Kemal – Kale Kapısı- Kimsecik -2

18 Mayısta başlayıp 10 Temmuzda bitirdim bu yaklaşık iki ay süren okumanın nedeni sadece kitabın çok yavaş ilerlemesi değil tabii. Araya bayram girdi, seyahatler girdi, tembellikler girdi, gözlük numarasının ilerlemesi ile okumanın zorlaşması girdi, iş yoğunluğu ile yorgunluğun birleşmesi girdi…. Neler olmadı ki… Ama tabii hepsi bahane okumak isteyene bahaneler ne yapar? Bu postu şimdi yayınlayacağım ama bu kitaba ve serinin önceki kitabına dair söyleyeceklerim var. Bunu okuyan dostlarım bi ara yeniden gelip kontrol ederseniz sevinirim.

Eveet tekrar merhaba. İlk kitap, Van’dan birinci dünya savaşı sırasında Ermeni ve Rus işgalinden kaçarak önce güneydoğuya ordan da Çukurova’ya iltica eden bir ailenin yolda ve Çukurova’da yaşadıklarını konu almaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında geçen kitapta kürt aile yolda gelirken bir çalılığın içinde yüzü gözü yara içinde ve yaraları kurtlanmış açlıktan ölmek üzere olan ve dilini anlamadıkları bir çocuk bulurlar. Çocuğa Selman adını veren aile çocuğu tedavi edip sağlığına kavuşturur. Ailesi ve kim olduğuna dair hiç birşey hatırlamayan çocuğun geçmişinden hafızasında kalan tek şey kendi dilinde söylediği şarkı veya ilahi benzeri söyletilerdir. Çocuğu alan ailenin Çukurovaya yerleşince bir de çocukları olur(Mustafa). İşte ilk kitap ailenin bu iki çocuğu arasındaki gizli sevgi ve rekabeti konu alıyor. İlk kitabın kahramanı Selman anlaşıldığı kadarıyla bir yezidi çocuğudur. Yine muhtemelen ailesi mezalime uğramış ve aileden kurtulan tek kişi Selman olmuştur. Mustafa’ya duyulan sevgiyi içten içe kıskanan ve bir taraftan da Mustafa’nın sevgi ve güvenini kazanmaya çalışan Selman bütün bir kitap boyunca bu duygusal çelişkinin ikilemini yaşar ve birinci kitabın sonunda kendisini bu mutlak ölümden kurtaran ailenin babasını öldürür.

İkinci kitap Selman’ın dağa kaçması ve oradan Mustafa’yı da öldüreceğini ilan etmesi ve ailenin üstüne korku salması ile başlar. Bu sefer duygu selinde boğulacak olan Mustafa’dır. Selman’ın korkusuyla ne yapacağını şaşıran ve hayaller görmeye başlayan çocuk kendisi ve çevresi ile birlikte tüm hayatını bu mücadeleye adar. İkinci kitapta Mustafa’nın korkusunu sadece Mustafa değil okuyucu da iliklerine kadar hisseder. Hele o okuyucu kendini kitaba çok kaptırdıysa uykuyu durağı yitirir ve Selman’ı beklemeye başlar.

Üçüncü kitabı okumadan önce kendimi bu psikolojiden biraz uzaklaştırmak için farklı tarzlarda ve farklı yazarların kitaplarını okumam gerek. Kendimi üçüncü kitabı okumaya hazır hissettiğimde onunla ilgili izlenimlerimi de sizlerle buradan paylaşacağım. Okumanızı kesinlikle tavsiye ederim, özellikle Yaşar Kemal hayranlarının mutlaka okuması gereken çok zevk alacakları bir seri.

162 – Yaşar Kemal – Yağmurcuk Kuşu – Kimsecik 1

27 Şubatta başladım okumaya ve 16 Mart akşamında bitti. Yaşar Kemal Mezapotamya coğrafyasından bir toplumsal efsaneler tarihi derlemesi yaratmış. Kemal’in romancılığı Homeros’tan bu güne varolagelen bir türün zirveleşmiş ve o zirveye yerleşmiş en parlak anlatıcısı halini alıyor. Mesela şöyle ki ben bazen kitabı Yaşar Kemal’in artık anılarımızda ve bazı kayıtlarda kalan sesi ile duyumsamaya çalışıyorum. Fakat eserin destansılığından sanki ses içimde ekolanıyormuş gibi geliyor. Bir çukurova, bir mezopotamya, bir ararat, bir van gölü, bir doğu anadolu, bir türkiye, bir dünya efsanesi…

129 – Yaşar Kemal – Üç Anadolu Efsanesi – Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik

24 Haziranda başladım bu güzel kitaba, 29 Temmuzda anca bitirebildim. Fakat bu yanlış algılanmasın kitabın suçu değil. Tamamen benim ihmalim. Araya giren türlü bahaneleri burada sıralamaya gerek de yok, çünkü hiç birşey 222 sayfalık bir kitabı bir ayda okuyacak kadar uzatmanın bahanesi olamaz. Peki nedir Üç Anadolu Efsanesi kitabında anlatılan. Bence gereksiz bir detay olarak, zaten her anlatısı bir efsane olan, Yaşar Kemal bu kitabında halkın kadim efsanelerini kendi anlatım tarzıyla yorumlamış. Efsaneleri bilmeyenler isterse önce filmlerini izlesin. Bildiğim kadarıyla yeşilçam üç efsaneyi de siyah beyaz döneminde sinemaya taşımış. Aşağıya afişlerini de attım. Benden tavsiye kitapları filmleriyle yargılamayın.

106 – Yaşar Kemal – Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (Bir Ada Hikayesi – 1)

25 Eylül akşamı başladım okumaya 1 Ekim akşamı yani 7 günde bitirdim. Bir son dönem Yaşar Kemal klasiği. Usta yine destan anlatmış. Efsunlu bir şeyler var anlatımında mistik bir koku. Temelinde anadolu insanı olan son derece insanı duygularla sanki kendi aklından geçenlerin muhasebesini yaparmış gibi okuyorsunuz kitabı baştan sona.

“Onlar, yaşadıkları sürece, bir kuytuda bitmiş som mavi bir çiçeğe dokunmaya kıyamadan, gözleriyle olsun bir kezcik hiç okşamışlar mıdır, iliklerine kadar sevinçten titreyip, iliklerine kadar bir mavi sevince kesmişler midir? Bir yağmur yeli sonrası, inen iri damlalar dünyayı toprak kokusuna boğmuşken, içleri pır pır ederek, derin derin bu dünyanın güzel kokusunu ciğerlerinin köküne kadar içlerine çekmiş, şu dünyaya, doğacak güne, toprağı yaran filize, açtı açacak tomurcuğa, bir çocuğun kapıp koyverdiği gülüşüne hayran kalmış, yaşama bir kez minnet duymuş, çok şükür dünyaya gelişimize, demişler midir? Şu deniz beyazken bir yaratılışın, ışığın, tanyerlerinin yeliyle birlikte esmesinin güzelliğinde, tadında eriyip, bu tansığa karışıp uçmuş gitmişler midir?

38 – Yaşar Kemal – Hüyükteki Nar Ağacı

13 Eylül Çarşamba günü aldım kütüphaneden ve o aksam başladım okumaya, Perşembe günü öğle arasında bitirdim. Konusu cok sürükleyici. Etkileyen ve bırakmayan bir dili de var ama bittiği zaman insana yarım kalmış hissi veriyor. Kutuphanemizin kaynakları çok sıkıntılı. Keşke imkan olsa da daha fazla kitaba ulasilabilse. Mesela bi “İnce Memed” okumadan bu kitabı okumuş olmak pek bişey ifade etmiyor. Neyse hayırlısı.

35 – Yaşar Kemal – Çakırcalı Efe

26 Ağustos Cumartesi akşamında Ermenek’te başladım okumaya ve 3 Eylül Pazar sabahı Ermenek’te balkonda kuş cıvıltıları arasında bitirdim. Destan ve hikaye kirmasi bir kitaptı okuduğum en şahane epik hikayelerdendi dili çok yalın ve gerçekçi.

“Ta Konya’ya gittiler. Konya Ovası’nı bir uçtan bir uca geçip Ermeneğe, oradaki yörüklere vardılar. Burada ancak bir ay kadar kalabildiler. Efe bu Yörüklerde sıkılıyordu. Bunları denememişti. Hem bunlar Çakırcalının kadrini ötekiler kadar bilemezlerdi. Ne de olsa onu uzaktan uzağa duymuşlardı. Hem Egedeki dost yatak casus ağı burada yoktu. Kolay kolay olamazdı. Hükümet burada olduğunu bir duyarsa yakalayıverirdi. Nereye saklanıp, nereye kaçacaktı. Allah için bu Yörükler de saygıda kusur etmiyorlardı. İstediği önünde istemediği ardındaydı. Korkuyorlar mıydı, seviyorlar mıydı, belli değildi. Ama konuksever insanlardı bu Yörükler.

Bir akşam Ermenek dağlarından yola düştüler. Bir Yörük göçü ile dönüyorlardı her biri yörük kılığına girmiş, tüfekleri develeri saklamışlar, atlara binmişlerdi. Yanlarında bir de, çoluk çocuğuyla yörük ailesi vardı. Çakırcalı onların arkadaşlıklarından dolayı, ömürleri boyunca kazanamayacakları bir para vermişti ellerine.

Yörük göçü yirmi, yirmibeş günde Ermenekten Babadağ eteklerine geldi. Bir Yörük aşiretine misafir oldu. Sağa sola haber saldı. Eski yataklar, haberciler geldiler. Çakırcalı bulunmadığı zamanlarda olanı biteni bir bir öğrendi.”

33 – Yaşar Kemal – Tanyeri Horozları

11 Haziran günü başladım okumaya. Bu ikinci Yaşar Kemal kitabımız. Önceki Sarı Sıcak küçük hikayelerden oluşuyordu. Bu tam bir roman, ama bu da ne yazık ki bir serinin ‘Bir Ada Hikayesi’ serisinin üçüncü kitabı. Tabii kütüphaneden kitap almanın da böyle bir sonucu olabiliyor. Serinin ilk iki kitabı nerede diyemiyorsun. İnşallah güzel bir okuma deneyimi olur. 24 Temmuz Pazartesi akşamı bitti. Güzel bir kitap, seri kitabı olmasi nedeniyle ortadan bir yerden başlıyor ve yine sonuçsuz bir yerde bitiveriyor. Bir çok soru cevapsız kaldı. Ama hem tema olarak hem anlatım ve konu olarak güzel bir öyküydü.

“(Sarıkamış’dan sözederek) Saklarlar doktor kardeşim. Savaşa girmeden öldürdükleri bir orduyu, ordunun yanındaki üç kolorduyu da saklarlar. Bir de Çerkeslerin, Karadenizin milislerini, bir de Kürtlerin süvari kolordusunu utanmadan nasıl açıklayabilirler doktor bey kardeşim, utanmadan nasıl, nasıl? ”

“Yalnız atları, denizi sevmek marifet değil, kurdu kuşu, yerdeki karıncayı, petekteki arıyı, dünyada ne var ne yoksa, taşı toprağı, esen yeli, kayan yıldızları, her şeyi her şeyi taa iliklerine, taa yüreğinin köküne kadar seveceksin. Dünyayı okşamaya doyamayacaksın.”

“Tabiat bizden her zaman akıllıdır. O ne istediğini herkesten iyi bilir. İnsanoğlu dedikleri acayip yaratığın işi sadece bozmak, yıkmak olmuştur. Kendi yüreğini bile yürek olmaktan çıkarmıştır.”

“Dünyayı yaşamak hangi şartta olursa olsun bir sonsuzu yaşamaktır.”

“Hastanemiz olan yıkık kilisede yatan, her gün biraz daha ölüme giden, yaşamasının çiğ bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu bilen , bizim de her dakika ölümünü beklediğimiz ağır yaralı Erzurumlu Cemşit hayata öyle bir asıldı ki, kolsuz, bacaksız, soluksuzken, kurtulduğunu söylediğimizde, biliyordum, dedi, ölümün olmadığını biliyordum, dedi. Biz, yaşamanın insan için ne olduğunu İşte o zaman yüreğimizin kökünde duyduk. Yaşamanın sonsuz olduğuna inanmayanlar Erzurumlu Cemşidi görselerdi dünyaya geldiklerinde dolayı, değil ölüm korkusu, iyi ki böyle bir dünyayı gördük, diye mutluluktan her an uçarlardı.”

“Ben Binboğa dağlarından olurum. Binboğa dağlarına askerlikte Toros Dağları diyorlar. Bize oralarda eskiden ağaç erleri derlermiş, şimdi Tahtacı diyorlar. Bizim hepimiz, kendimizi bildik bileli ağaç keser tahta biçeriz. Bizim dedelerimizin, dedelerimizin dedelerinin de, daha ötelerinin de işleri buymuş.”